Balat’ta bir öncü: Demir Kilise


Sürprizleri sever misiniz? Ben bayılırım! Hiç düşünmeden beni rutinin içinden çekip alan heyecanların peşine takılıp giderim… Belki bu yüzdendir İstanbul’dan kopamayışım. Her semt, her sokak, her bina içinde farklı hikayeler barındırır. Balat gibi… Bıkıp usanmadan gezdiğim semtlerin başındadır Balat. Tarihi dokusu, mistik havası, neredeyse yıkılacak gibi duran binaları, sokaklara asılmış çamaşırları, eskicileri, mezat salonları, modern kafeleri, sokak lezzetleri… Bilirim ki her seferinde beni şaşırtacak, heyecanlandıracak, düşündürecek ya da alıp geçmişin dehlizlerinde dolaştıracak.





DİNLEMEYİ BİLMEK GEREK
Ayrıca bütün karmaşasına rağmen çok samimi ve sıcak; ne Nişantaşı ve Bağdat Caddesi gibi soğuk ve mesafelidir, ne de Beyoğlu gibi yabancı istilasında. Zamana direnip örselense bile kendi gibi kalmayı bilmiştir. Üstelik Balat’ı Balat yapan Rum ve Yahudiler’in göçüp gitmesine rağmen… 









Şahsen ne zaman Agora Meyhanesi’nin önünden geçsem Agop ya da Eleni’nin çıkıp masaya davet edeceği hissine kapılıyorum. Ya da o çıfıt çarşısı yok mu! Her nevi eşyanın satıldığı dükkanların bulunduğu sokakta Bayan Raşel’in Bay Isaac’ın kolunda Ahrida Sinagogu’na yürüdüğünü görür gibi oluyorum.



Dinlemeye gönüllüyseniz bu semtin size anlatacağı çok hikayesi var  ama dedim ya, istekli olacaksınız. Boyası akmış, sıvası dökülmüş binaların ya da sarmaşık ve yabani otların sardığı duvarların ardındakileri ancak öyle duyabilirsiniz.  

PATRİKHANE'YE BAŞKALDIRI
Balat bu günlerde restorasyonu tamamlanıp ziyarete açılan Stevi Stefan (Demir Kilise ya da Bulgar Kilisesi) ile adından sıkça söz ettiriyor. Rivayet o ki; Bulgarlar, bağlı oldukları Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrılıp bağımsız bir kilise kurmak ister. Padişah “Üç ay içinde bir kilise yaparsanız izin veririm” der. Bunun üzerine Bulgarlar Viyana’da tamamını demirden  döktürdükleri yapıyı küçük gemilerle Tuna ve Karadeniz üzerinden taşıyıp Haliç kıyısında monte ederler. Padişah da verdiği sözü tutmak zorunda kalır.





Gelelim gerçeklere… Efendim; dönem milliyetçilik dönemidir. Bulgarlar da Rumlar’ın hakim olduğu, dillerini anlamadıkları Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrılmak isterler. Tabii ki Patrikhane duruma karşı çıkar. Ancak Osmanlı’dan izin alan Bulgarlar ahşap bir kilise inşa eder. Bağışçısının adı verilen Stevi (Aziz) Stefan açılır.

500 TON DEMİR KULLANILDI
Ahşap kilise yanınca yerine bugün hala ayakta olan Demir Kilise için bir proje yarışması açılır. Projenin mimarı Ermeni Hovsep Aznavour’dur, inşaatçı firma ise Avusturya’da Viyana şehrinde faaliyet gösteren Rudolf von Wagner’dir. Kilisenin inşası 1.5 yıl sürer. Toplam 500 ton demirden dökülen bina zamanının 4 milyon gümüş levasına mal olur. Dökülmüş olan parçalar, Viyana’dan Tuna ve Boğazlar yoluyla gemilerle getirilir. Kilise 08 Eylül1898 ibadete açılır. 




Kilisenin bütün dış cephesi, yan duvarları, pencere kenarları, merdivenleri, kabartmaları, çan kulesi neredeyse hemen her şey demirdendir, bu yüzden kilise Demir Kilise olarak da ünlenir.
Tüm dünyada demirden yapılan iki kilise vardı ama diğeri zamanla yok olunca Stevi Stefan tek demir kilise olarak varlığını sürdürmektedir.



Milliyetçilik akımının sembollerinden olan kilise, aynı zamanda çağının modern mimarlık örneklerinden biriydi. Unutmadan hatırlatayım; dönemin teknoloji harikası Eyfel Kulesi de aynı yıllarda inşaa edilmişti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KADININ ADI: NEZİHE MUHİDDİN

Musiki ruhun gıdasıdır

Kış...