Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

KADININ ADI: NEZİHE MUHİDDİN

Resim
Nezihe Muhiddin (1889-1958) İdealleri uğruna bedel ödeyen insanlara saygım sonsuz. Beni cezbeden onların inançla, yılmadan ve cesaretle hedeflerine ulaşmak için verdikleri mücadele; başarılı olup olmadıklarıyla ilgilenmiyorum…  Hayatı boyunca kadınların birey olabilmesi için çabalayan Nezihe Muhiddin de kararlılığı ve azmiyle hayranlık uyandıran isimlerden. Unutmayalım; kadınların bugün sahip olduğu haklar gümüş bir tepsi içinde sunulmamıştır, Muhiddin ve davanın savunucusu olan hemcinslerinin verdiği mücadele sayesinde kazanılmıştır. Kadınların 83 yıl önce, yani 5 Aralık 1934’te seçme ve seçilme hakkı kazanmasında katkıda bulunanlara Nezihe Muhiddin özelinde sonsuz saygıyla... Evde eğitim aldı Ali Şevket Paşa’nın kızı Zehra Hanım ile savcı Muhiddin Bey’in kızı olan Nezihe Muhiddin, 1889 yılında Kandilli’de dünyaya geldi. Mahalle mektebine başlayan Muhiddin daha sonra evde özel dersler alarak eğitim hayatına devam eder. Fransızca, Arapça, Farsça ve Almanc...

Devrimi kadınlar yapar

Resim
‘Dünyayı değiştirmek istiyorsan, kendinden başla…’ ODTÜ öğrencilerinin bu yıl ki mezuniyet töreninde taşıdıkları dövizleri görünce Gandhi’nin bu sözünü hatırladım yine… Hayata atılmaya hazır 100’lerce pırıl pırıl genç insan, ülkelerinde ve dünyada yaşananlarla ilgili endişelerini ve eleştirilerini nasılda ince bir mizah anlayışıyla dile getirmiş. Dövizlerde üzerinde en çok durulan konulardan biri kadınlara yönelik taciz ve şiddetti. Yaşadığımız coğrafyada kadın olmak dün de o zordu, bugün de... Günümüzde özgür ve kendi tercihlerini yaşayan bireylersek bunu öncelikle Atatürk’ün devrimlerine ve kadına karşı inancına borçlu olduğumuz konusunda eminim ki hemfikirizdir. Ancak ataerkil bir toplumda hiçbir söz hakkı olmayan öncü kadınlarımızın statükoya başkaldırıp idealleri uğrana verdikleri mücadeleleri de gözardı etmemeliyiz. Düzenlediği mitinglerle işgal altındaki Osmanlı halkını uyandırmaya çalışan ve Kurtuluş Savaşı’na destek veren Halide Edip, suret çizmenin günah sayıld...

Beyoğlu bize yabancılaştı

Resim
‘Türkiye’nin nabzını tutmak istiyorsanız, İstanbul’a bakmalısınız’ derler. Bence İstanbul’un nabzını tutmak için de İstiklal Caddesi’ne bakmalısınız.  90’lı yıllarda üniversite eğitimi için geldiğim İstanbul’da ilk görmek istediğim semtlerden biriydi Beyoğlu… Caddenin kalabalığı ve insan çeşitliliği nasıl da büyülemişti beni. Başta Emek Sineması olmak üzere Alkazar ve Sine Pop gibi sinema salonlarında en son filmleri seyrettim. Locaların bulunduğu o kocaman salonlarda daracık deri koltuklarda dev perdeye bakmanın keyfini yaşadım. İstiklal Caddesi'nde yol çalışmaları yüzünden bir süre tramvay seferleri yapılmayacak. Atatürk Kültür Merkezi’nde izlediğim oyunların, dinlediğim konserlerin sayısını hatırlamıyorum bile. Özellikle cumartesi günleri klasik müzik konserlerinin tadını hiçbir şeyle değişmem. Beyoğlu’nun tadı tuzu yok Kiliseye de ilk kez İstiklal Caddesi’nde gitmiştim. Hala bunaldığımda St. Antuan’ın o huzurlu havasına sığınıp soluklanırım. Balık Pazarı...

Yerebatan Sarnıcı ağlıyor

Resim
Tarihi Yarımada’ya geçtiğimiz hafta yaptığım gezi sırasında  İstanbul’da beni en çok etkileyen mekanlardan biri olan Yerebatan Sarnıcı’nı (Bazilika Sarnıcı) da ziyaret ettim.  Bizans İmparatoru I. Justinianus’un (527-565) yaptırdığı sarnıç, bence İstanbul’un en mistik yapılarından biridir;  kapıdan girer girmez 336 dev sütun, tüm heybetiyle ziyaretçilerini selamlar. Pagan dönemi tapınaklarından toplanan sütunlarla inşa edilen ve adeta mermerden bir ormandaymış hissi veren sarnıçta hiç kuşkusuz en ilgi çekenler; Medusa Başı’nın bulunduğu sütun ile Gözyaşı Sütunu’dur. Bu büyülü mekanda gezerken zaman kavramını kaybedebilirsiniz. Böylesi bir yapının, atadan kalma sırça bir eşya gibi özenle korunması gerektiğini düşünüyorum. Yerebatan Sarnıcı Gelin görün ki, tarihi yapının bugünkü hali içler acısı. Sarnıcın girişinde kurulan platforma bir taht yerleştirilmiş. Ziyaretçiler, bu tahta kurulup Osmanlı sultanları gibi poz verebiliyor. Fonda ise tasavvuf m...

NASA'nın gizemli zenci kadınları

Resim
Umut, bazen en çaresiz olduğunuz anda beliriverir. Doğup büyüdüğünüz topraklara kendinizi ait hissetmediğiniz, en yakınlarınıza bile yabancılaştığınız o anlarda her şeyin henüz bitmediğini anlarsınız. Bugün bana olduğu gibi…  Bir fragman izledim ve ilk gençlik yıllarımdaki gibi her şeyin henüz bitmediğini duyumsayıp umutlandım. Efendim, adı geçen film ‘Gizli Sayılar’ (Hidden Figures)… Konusuna gelince… ABD’nin Rusya ile girdiği uzaya ilk insan götürme yarışında NASA’nın beyin takımında yer alan üç zenci kadının hikayesini anlatıyor. (Amerikalılar gibi Afro-Amerikan ya da bizim özentiler gibi siyahi demek riyakarlığına düşmeyeceğim. Çünkü zenci kelimesi bizde bir ırkı aşağılamak için kullanılmaz.) Neyse filme dönelim…  ‘İnsan bilgisayarlar’ olarak da bilinen Katherine G. Johnson, Dorothy Vaughan ve Mary Jackson isimli bu kadınlar; tüm ırk, cinsiyet ve profesyonel sınırları, keskin zekaları ve büyük düşünme tutkuları sayesinde yener. Ve dünya yörüngesine çıkan ilk Ameri...

Musiki ruhun gıdasıdır

Resim
Eskiler alıyorum Alıp yıldız yapıyorum Musikî ruhun gıdasıdır Musikîye bayılıyorum Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip musikîler alıyorum Bir de rakı şişesinde balık olsam… Orhan Veli; yaşanmışlıkların ve müziğin önemini ‘Eskiler Alıyorum’ adlı şiirinde ne de güzel anlatır… Sanırım toplumsal hafızanın en güçlü kanıtlarından biri müziktir. Geçtiğimiz gün Yeşilköy’de canlı müzik yapan bir mekandaydık. Frank Sinatra’dan Dalida’ya, Nilüfer’den Ahmet Kaya’ya pek çok sanatçının şarkılarını dinledik.  En çok dikkatimi çeken şeylerden biri; sosyo-ekonomik statüsü yüksek müşterilerin, eşitlik ve sosyal adalet için mücadele eden Ahmet Kaya şarkılarına coşkuyla eşlik etmesiydi.  Diğeri ise Türk Sanat Müziği’nin insanlar üzerindeki etkisiydi. TSM’nin hala sadece kulaklara değil, yüreklere de dokunduğunu görüp umutlandım. Sözleri Yahya Kemal’e, bestesi ise Münir Nurettin'e ait olan ’Dönülmez Akşamın Ufkundayız’; 17’lik gençleri de, 70’l...

Merhaba

Resim
Kullandığım isme bakarak kendimi tanrıça statüsünde gördüğümü sanmanızı istemem. Doğru, Yunan mitolojisindeki şafak tanrıçası Eos’tur (Roma mitolojisinde Aurora) ilham kaynağım. Homeros’un ‘gül parmaklı’ diye tanımladığı Eos, her karanlık gecenin ardından okyanustan yükselip dört kanatlı atın çektiği arabasıyla gökyüzünü kızıla boyar. Yani güneş tanrısı olan kardeşi Helios için yol açar. Karanlık bir dönemden geçiyoruz ve hepimizin içimize su serpecek şafaklara ihtiyacı var. Ben de o şafağı arıyorum.  Umarım gül parmaklı tanrıça, çok yakında gökyüzünü gül rengi kızıla boyayıp aydınlığın müjdesini verir… Guido Reni'nin, Eos ve Ares'i tasvir ettiği 'Aurora'